Köşe Kapmaca / Aydoğan Yavaşlı

KÖŞE KAPMACA
Terzi Şerafettin, Kâtip Şevki’nin bürosuna hayatında belki de ilk kez böyle kapıyı tıklatmadan, bu kadar hızlı ve bu kadar öfkeli dalmıştı. Selam vermeye bile gerek duymadan,
“Ajansı dinlediniz mi?” diye sordu. Yanıt beklemeden, “Kurdular!” diye inledi. “En sonunda kurdular.”
Kâtip Şevki, Milli Şef’in fotoğraflarıyla dolu cam kaplı masasının arkasında kıpırtısız oturuyor, Halk Partisi’nin kasabadaki en sadık hizmetkârlarından biri olan Topaç Mehmet’le göz göze gelme¬den, kederli, küçük mırıltılarla söyleşiyordu. Terzi Şerafettin’in böyle dangadak girişine hiç kızmamış gibi ikisi birden “Otur hele” işareti yaptılar.
Oysa Terzi Şerafettin’in canı burnundaydı. Deh¬şet içindeydi. Soluğu, burnundaki kılları sanki köklerinden söküp uçuracaktı. Ona göre Türkiye’nin, kim bilir belki de dünyanın sonu gelmişti. Halk Partisi’nin içinden çıkan bir grup milletvekili, Demokrat Parti’yi kurmuştu.
“İsmet Paşa istemeseydi…” dedi Topaç Mehmet, sözünün gerisini getiremedi.
Terzi Şerafettin, Topaç Mehmet’in yarım yamalak konuşmasın¬dan cesaretle,
“İyi ama…” dedi, düşündü, buldu: “İsmet Paşa öylesine söylediydi. Bunlar şimdiden Paşa’ya verip veriştirmeye başladılar.”
“Eee,” dedi Topaç, “demokrasi böyledir.”
“Hay ben böyle demokrasinin…” diye Topaç’ın sözünü kesti Terzi Şerafettin. Sözün gerisini içinden geçirdi sonra. Şimdi Halk Partisi’nin belde başkanı Kâtip Şevki’nin ve onun sağ kolunun yanında küfretmek olmazdı. Allah korusun, Kâtip Şevki bir anda celâllenip,
“Ben, demokrasiye küfreden birini bu partide tut¬mam, defol git, eşşeoğlusu!” diyebilirdi. Terzi Şerafettin o zaman ne yapardı? Herhalde sudan çıkmış balığa dönerdi. Kasabada kimse ona pantolon ceket diktirmez, o da bir şey mi, selam bile vermezdi. Yanılıp da selam verenler, günle¬rini görürlerdi. Tütünleri, pamukları, buğdayları ellerinde kalır, yağmurlu havada su bulamazlardı.
Sıkı mıydı Hamidiye’de Kâtip Şevki’den haber¬siz bir kuş uçsun? Sıkı mıydı Gediz aksın, uyuz bir eşek ovada kaşınıp dursun? Milli Şef İsmet Paşa’nın Hamidiye’deki beş duyusu, yüreği, beyni olan Kâtip Şevki, durumu parti il yöneticilerine haber verme gereği bile duymadan kendi yöntemleriyle çözerdi. O uyuz eşeğin ardına jandarmayı, belediyeyi, parti üst yöneticilerini filan takar…
Sonrası malum: Yağmurlu havada su vermezdi.
İşte bu yüzden, özellikle esnaf kısmı, partiye ne kadar bağlı olduklarını her fırsatta kanıtlamak zorundaydılar. Terzi Şerafettin, öğle ajansında Demokrat Parti’nin kurulduğunu duyar duymaz Halk Partisi’ne ne kadar bağlı olduğunu böyle, Kâtip Şevki’nin bürosuna hayatında ilk kez kapıyı tıklatmadan ve öfkesinin hızı ile girerek göstermiş, hatta el çabukluğu marifet demokrasinin içine et¬mekten bile geri kalmamıştı.
Aradan iki dakika geçti geçmedi; Nalbant Cevat, Bakkal Haydar, Fırıncı Haşmet, Kasap Hakkı, Berber Pehlivan, Aşçı Muammer, Kahveci Lütfü ve partiye bağlılıkları tartışılmaz diğerleri Kâtip Şevki’nin bürosunda toplaştılar.
İçeri giren,
“Ajansı duydunuz, değil mi?” diye soruyor, yanıt beklemeden boynunu büküp bir kıyıya ilişiyordu. İliştikten sonra Kâtip Şevki’nin yüzünde gözlerini şöyle bir gezdiriyor, susuyordu. Herkes, Kâtip Şevki’nin bir şeyler söylemesini bekliyordu ama o, gözleri uzaklarda bir yerde çakılı, susuyordu.
Ta ki Bucak Müdürü ile Belediye Başkanı ge¬lene değin!
Müdür ile Başkan, Kâtip Şevki’nin bürosuna kol kola girerek gelmişler ve oradakilere -ve elbet tüm Hamidiyeli’lere!- , “Kurulduysa kuruldu! Ama biz Halk Partiliyiz ve ölünceye kadar böyle kalacağız!” mesajını vermişlerdi.
Kâtip Şevki’nin bakışlarındaki boşluk işte o zaman kaybolup gitti: “Muhterem vatandaşlarım, kıymetli Hamidiyeliler! Ajansı hepiniz dinlediniz. Biz de dinledik. Yüreğinizi ferah tutun. Partimiz, cumhuriyetimizin zarar görmesine asla müsaade etmez. Onlar ilelebet muhalefette kalırlar, biz devletimizi ve rejimimizi atiye taşırız. Beni bilirsiniz: Yıllardır partimizin işlerini yürütüyorum. Siz bu işleri kolay mı sanıyorsunuz? Değil. Partimizin zarar görmemesi için geceli gündüzlü çalıştım. İşte bu yüzden Hamidiye, partimizin kalesi olup gitmiştir. Allah’a binlerce şükürler olsun ki, bu, bundan sonra da böyle devam edecektir. Paşamız hakkında ileri geri laf edenlere Hamidiye’nin hamiyetli halkından tek oy bile çıkmayacaktır. İşte bu iman ve güvenle hepi¬nizi selamlar, gözlerinizden öperim!”
Kâtip Şevki’nin bu konuşması, orada topla¬nan kala¬balığı bir anda coşturmuştu. Topaç Mehmet, Terzi Şerafettin, Bakkal Haydar, Başkan, Müdür… Gözyaşlarını saklayamıyorlardı. Birbirlerinin boyunlarına sarılıyorlar, salya sümük ağlaşıp öpüşüyorlardı.
Sonraki günler, Kâtip Şevki için dozu giderek artan acılar içinde geçmeye başlamıştı. Duyuyordu: Millet akın akın Demokrat Parti’ye üye oluyor, yıllardır oy verdiği eski partisine ve parti yöneticilerine hakaret bile ediyordu.
Kâtip Şevki,
“Nankör bunlar, nankör!” diyor, dedikçe öfkeleni¬yor, öfkelendikçe hırçınlaşıyor, hırçınlaştıkça çevresindeki insanları kırıp geçiyordu. Çevresindekiler,
“Böyle konuşma Şevkia, ayıp oluyor,” dedikçe, o, küplere daha hızlı biniyordu.
Kâtip Şevki’ye ağır gelen ve onu çekilmez kılan, Hamidiye’nin saf ve temiz halkından kulağına gelenlerdi: Neymiş efendim, Kâtip Şevki, zamanında halka çok zulüm etmişmiş! Buğday ölçeği olarak kullandığı tenekenin dibini üretici aleyhine yamultuyor, oradan bile kâr kapıyormuş. “Parti için” diyerek el koyduğu tütünleri, üzümleri, pamukları satıp, parasını kendi adına yatırmışmış… İlkokulun inşaatından bilmem kaç lirayı cebe indirmişmiş… “Ankara’ya, İsmet Paşa’nın yanına gidiyorum,” diyormuş ama aslında İstanbul’daki büyük oğluna gidiyormuş. Sonra ver elini Beyoğlu!..
“Yalan!” diye bağırıyordu Kâtip Şevki. “Bunların hepsi yalan. Ben her zaman partimi gözettim, partimin menfaatlerini düşündüm. Kenarda bir kuruş param yok. Tarlalarımın icar parasıyla geçiniyorum. Nah, bakın!”
Tabii Hamidiye halkının söyledikleri doğru olmasına doğruydu ama yanlışlık, bu doğruların dile getirilme zamanındaydı.
“Neden o zaman söylemediler peki? Madem o kadar erkektiler, o zaman söyleselerdi ya!”
Yanındakiler, Kâtip Şevki’nin bol sövgülü bu sözlerini sessizce dinliyorlar, çok gerekince,
“Boş ver be Şevkia,” diyorlardı. “Millet illettir, bilmez değilsin ya!”
Ama içlerinden, bütün söylenenlerin doğru olduğu geçiyordu.
“Yaptın, yaptın Şevkia, yaptın! Hem de hepimizin gözü önünde yaptın. O günlerin hiç bitmeyeceğini sandın, yaptın. Şimdi boşu boşuna söylenip durma.”
Çok geçmedi, Hamidiye’den yirmi ya da otuz kişi¬nin kente gidip Demokrat Parti’ye üye kaydı yaptırdığı haberi yayıldı. Kâtip Şevki,
“Kimlermiş o deyyuslar?” diye sorup yanıtı alınca yataklara düştü. O kadar ki, İstanbul’daki büyük oğlu ile gelini bile çıkıp geldiler.
Kâtip Şevki, geceleri uyuyamıyordu. Her ya¬nına iğneler batıyor, biraz kestirip düş gördüğünde ise sürekli köpeklerle boğuşuyordu. Köpekler dört bir yanını sarmış, paçalarına saldırıyorlardı. O “hoşt!” dedikçe köpekler sivri dişlerini daha bir sivrilterek gösteriyorlardı.
“Öleceğim ben!” diyordu terler içinde uyandığında. “Bu hain millet öldürecek beni. Öleyim de kurtulsunlar bakayım nasıl kurtulacaklarsa… Zaten nankör bu deyyus¬lar. Merak etmeyin, ya¬kında Demokratlara da rahat vermez bu hergeleler… Çünkü kanları bozuk topunun!”
Bitmedi, Demokrat Parti’ye geçiş bitmedi. Güneş her gün yeni birilerinin daha Demokrat Parti’ye geçmesi için doğuyor, Kâtip Şevki’nin daha çok acı çekmesi için batıyordu. Kuşlar… Kuşlar bile “Demokrat Parti… Demokrat Parti..” diye ötüşüyorlardı.
“Berber Pehlivan da Demokrat Parti’ye geçmiş, kayıt yaptırmış.”
Ertesi gün:
“Kasap Hakkı da…”
Ertesi gün:
“Nalbant Cevat da…”
“Kahveci Lütfü, partiye kayıt yaptırırken Kâtip Şevki’ye vermiş veriştirmiş.”
Ertesi gün:
“Aşçı Muammer, benim partim burası, yuvamı buldum, demiş.”
İşte bomba:
“Terzi Şerafettin, ben zaten demokrattım, demiş.”
Kâtip Şevki bunu duyunca oracıkta fenalaştı. Tansiyon, şeker, kolesterol; hepsi birden fırladı.
Kâtip Şevki üç gün sonra iyileşip ayağa kalkmıştı ki,
“Topaç Mehmet de Demokrat Parti’ye geçmiş,” haberi bir sandık dinamit kalıbı gibi Kâtip Şevki’nin yüreğine düştü ve patladı. Kâtip Şevki’yi karga tulumba bir arabaya attılar, doktorun yolunu tuttular.
O tarihten sonra uzunca bir süre görünmedi Kâtip Şevki. Aldığı ilaçların etkisiyle sürekli uyuyordu. Uyandığında, ziyaretine gelip gelmeyenleri soruyor ve her defasında aynı yanıtı alıyordu:
“Reis bey ile Müdür Bey geldiler. Uyandırmak istemediler.”
Epey sonra…
Kâtip Şevki, iyileşir iyileşmez, kimseye görünmeden bir ara kente gitti. Kentin tek parkının gözlerden uzak bir köşesinde saatlerce oturdu, düşündü, ölçtü, biçti, tarttı ve kararını verdi: Dosdoğru Demokrat Parti’ye gitti!
Partililer, Kâtip Şevki’yi görünce kısa süreli bir şaşkınlık geçirdiler ama il başkanı Salih Bey, onu coşkuyla karşıladı. Ellerine sarılıp öptü. Uzun bir hoş geldin söylevi çekti. Yardımcısına,
“Oradan bir üye kayıt fişi getirin bana!” diye seslendi.
Salih Bey, üye kayıt fişini bizzat elleriyle doldurdu. Kâtip Şevki’ye imzalattı.
“Partimiz seninle daha güçlü bir biçimde iktidara gelecektir inşallah!”
Tam çaylar kahveler içiliyordu ki, salonun giri¬şinde birkaç Hamidiyeli beliriverdi. İçlerinden biri,
“Burada ne ararsın be Şevkia?” diye sordu.
Şevkia, geçirdiği hastalıkların, yaşadığı acıların bütün hüznünü alnının kırışlarına yansıttıktan sonra,
“N’apayım be evlât,” dedi. “Hepiniz kaçtınız. Ben de geldim aranıza işte.”
Hamidiyeli, ayakta şöyle bir yekindi, dudaklarının ucuna alaycı, biraz da acıklı bir gülüş kondurduktan sonra,
“Biz partiden değil, esas senden kaçmıştık be Şevkia!” dedi.
Kâtip Şevki, boynunu usulca eğdi, düşürdü, bir daha da kaldıramadı!
Yorum yaz